Besin Alerjisi Farkındalık Haftası Dünyada Nasıl Kutlanıyor?

1422255Besin Alerjisi Farkındalık Haftası, ilk kez 1998 yılında Amerika’da Food Allergy Research & Education Derneği tarafından kutlanmaya başlanmıştır. Mayıs ayının ikinci haftası olarak kutlanan Besin Alerjisi Farkındalık haftası boyunca ücretsiz seminerler, eğitimler, bilgilendirme toplantıları, yürüyüşler gibi çeşitli etkinlikler yapılmakta ve besin alerjisinin son yıllardaki artışına dikkat çekilmektedir. Tüm bu kutlamalar esnasında hem besin alerjisi hastalarına hem de halka belli başlı mesajlar veren broşürler dağıtılmakta ve farkındalığı arttıracak etkinlikler organize edilmektedir.

Kampanyada öne çıkan bazı mesajlar şu şekildedir;

  • Besin alerjisinin tedavisi yoktur, tek önlem o besinden uzak durmaktır.
  • Besin alerjisi gıda intoleransından ve çölyak hastalığından farklıdır! Besin alerjisinde immün sistem görev alır ve tepkiler ani, şiddetli ve ölümcül olabilir.
  • Anafilaksi acil müdehale gerektiren, hayati tehlikesi olan ciddi bir alerjik reaksiyondur.
  • Anafilaksi riski taşıyan kişiler Epipen iğne taşımalı ve kullanımı konusunda eğitim almalıdır.
  • Herhangi bir gıdaya geçmişte gösterilen tepki gelecekte gösterilecek tepkiye referans olamaz.
  • Ev dışında yemek yenilecek yerlerde alerjene maruz kalma riski yükselir, bu riski azaltmak için nelere dikkat etmek gerekir.

Amerika’daki Besin Alerjisi ile ilgili bazı çarpıcı veriler ise aşağıdaki gibidir;

  • Her 13 çocuktan birinde besin alerjisi mevcut yani bir sınıfta yaklaşık 2 çocuk demek!
  • Amerika’da 6 milyonu çocuk olmak üzere 15 milyon kişide besin alerjsi mevcut!
  • Her 3 dakikada bir, acil servise alerjik reaksiyon nedeni ile bir başvuru gerçekleşiyor. Bu rakam yılda yaklaşık 200.000 hasta demek!
  • Alerjik reaksiyonların %90’ı belli başlı 8 ana alerjik gıda nedeni ile gerçekleşiyor; süt, yumurta, yer fıstığı, ağaç kabukluları, soya, buğday, balık ve deniz kabukluları.
  • Besin alerjisi her yaşta ortaya çıkabiliyor ve her yaş/ırktan insanı etkileyebiliyor.
  • 1997-2007 yılları arasında yapılan araştırmalara göre besin alerjisi görülme sıklığında %50 artış mevcut.

Besin alerjisinin ve anafilaksi vakalarının daha da sık görüldüğü ülke olan Avustralya’da ise Besin Alerjisi Farkındalık Haftası Mayıs’ın üçüncü haftası olarak kutlanmaktadır. Doğan her 10 çocuktan birisinde besin alerjisi görülen Avustralya’da hafta boyunca sosyal medya üzerinden paylaşımlar yaparak farkındalığı arttırmak ve çeşitli etkinliklerle kamuoyunun dikkatini çekmek hedeflenmektedir.

Yapılan kampanyalarda halka aşağıdaki teklifler sunularak katılımları talep edilir;

  • Sadece bir parmağınıza Turkuaz veya Kırmızı renk oje sürerek dikkat çekmek
  • “Adopt an Allergy” adı altında, alerjik olmayan kişilere bir gün veya bir hafta boyunca seçecekleri bir gıdanın orucunu tutarak alerjik kişilerin neler yaşadıklarını anlamalarını sağlamak
  • Alerji Dernekleri için bağış toplama kampanyalarına katılarak ürün/materyal satışlarına destek vermek
  • Hafta boyunca Facebook, Twitter, Instagram ve diğer sosyal medya kanallarında konu ile ilgili duyurular yaparak halkı bilgilendirmek

aus2

aus3

aus4

 

Geçen sene içlerinde ünlü sanatçıların, hatta bakanların da dahil olduğu geniş bir kesim tırnaklarını turkuaz renk ojeye boyayarak medyada resimlerini paylaşmışlardı. Bu sene yine yoğun katılım beklenen Avustralya’nın yanı sıra Amerika farkındalık haftasını tüm Mayıs ayına yayacağını ve görsel olarak daha ses getirecek organizasyonlara imza atacağını duyurdu. Mesela Besin Alerjisi’nin resmi rengi olan Turkuaz renk, ülkenin önemli binalarında ışıklandırma olarak kullanılacak. Pazartesi akşamı itibari ile Cleveland, Ohio’da bulunan Terminal Tower kulesi ve Kuzey Amerika’daki meşhur Niagara Şelaleleri tamamen turkuaz ışıklarla bezendi. Hafta boyunca halka Turkuaz renk giyinmeleri veya kurdele takmaları ve bayanların Turkuaz renk oje sürmeleri çağrısı yapıldı.

photo (2)

Biz de Alerji ile Yaşam Platformu olarak kendi imkanlarımızla sosyal medyada kampanyayı duyurmaya ve toplumumuzda farkındalık yaratmaya çalışıyoruz. Bu haftaya özel hazırladığımız ve alerjik çocuklarımızın rol aldığı video ilk günden büyük ilgi gördü ve tıklanma sayısı 7.000’e ulaştı. Emeği geçen herkese tekrar teşekkür ederim…

Henüz yolun çok başındayız ama sesimiz eskisine oranla daha gür, daha emin çıkıyor. Çocuklarımızın sağlığı, gelişimi ve sosyal hakları için büyük bir Alerjik Anneler ordusu olduk. Onların sesini duyurmak için daha da çok çalışacağız, yılmadan, pes etmeden…. sabırla ve özveriyle…

Kaynak: FAACT & FARE & Allergy & Anaphylaxis Australia

“Aileler bebeklerinin alerji geliştirmesini engelleyebilir mi?” webinar notları

imageAmerika merkezli Kids with Food Allergies Organization yani Besin Alerjili Çocuklar Organizasyonu, benim uzun süredir yayınlarını takip ettiğim bir dernek. Kuruluşun hikayesi de çok çarpıcı, Amerikalı iki anne tarafından 2005 yılında kurulan dernek, zaman içerisinde çocuklarının alerjileri hafifleyip hatta birisinin tamamen geçmesine karşın bu mücadeleyi tüm diğer alerjik çocuk anneleri adına üstlenen bu örnek annelerin tecrübeleri ile ailelere geniş bir bilgi kaynağı sunuyor. Dernek belirli periyotlarla ailelere ücretsiz webinar hizmeti de sağlıyor. Webinardan kastımız seminerin internet ortamında yapılması, yani kayıtlı üyelere verilen link üzerinden canlı olarak gerçekleştirilen bilgilendirme seminerini kendi evinizden dinleyebiliyorsunuz. Teknolojinin ilerlemesi ile webinarlar hem geniş kitlelere kolayca erişme imkanı sağlıyor hem de fiziksel seminerlere göre çok daha az bir maliyet ve emeğe maloluyor.

13 Ocak 2015 günü bu dernek tarafından gerçekleştirilen webinar benim izlediğim üçüncü webinar oldu. Konu “Aileler bebeklerinin alerji geliştirmesini engelleyebilir mi?” idi. Keza webinar öncesi de dernek üyeleri arasında bu konuda anlaşmazlıklar yaşanmıştı, bir kısım aileler ne yapılırsa yapılsın engel olunamayacağına inanmakta, bir kısım ise doğacak diğer çocukları için alınabilecek önlemler varsa dinleyip öğrenmek niyetindeydi. Webinar Çocuk Alerji Uzmanı Dr.Todd Green tarafından gerçekleştirildi, 1 saatlik webinarın ilk yarım saati bilgilendirme, ikinici yarım saati ise katılımcı ailelerin online olarak gönderdikleri soruların cevaplandırılmasına ayrılmıştı.

Dr.Green öncelikle etiket okumanın, dışarıda yenilen yiyecekleri içeriklerini sorgulanmasının, her ailenin bir aksiyon planına sahip olmasının ve Epipen kullanılmasının önemini vurguladı. Besin alerjisinin şu an deneme aşamasında olan tedavi yöntemlerine kısaca değindi ki bu konu hakkında oldukça detaylı bir yazı hazırlayacağım.

Hepimizin kafasındaki acaba olmadan önce engelleyebilir miydik sorusuna önce hangi çocukların besin alerjisi riski taşıdığını açıklayarak cevap vermeye çalıştı. Birinci derece akrabasında yani anne, baba veya kardeşte herhangi bir çeşit alerji olan çocukların daha doğarken diğerlerine göre daha büyük bir risk taşıdığını vurguladı. Geriye kalan çevresel faktörlerin bugüne kadar yapılan araştırmalar doğrultusunda bu riski ne kadar arttırdığını henüz tıp dünyasının bilemediğini, yapılan çeşitli araştırmaların birbiri ile çelişen veriler gösterdiğini belirtti. Ailesinde bir ve ya bir kaç üyede alerjik rinit(nezle) veya besin alerjisi, egzema, astım olan bebeklerin daha büyük risk taşımasına karşın annenin hamileliği boyunca yediklerinin bu riski nasıl etkilediğine dair henüz hiç bir elle tutulur veri olmadığını önemle vurguladı.

2000 yılına kadar Alerji uzmanlarının risk taşıyan ailelere şu önerilerde bulunduğunu hatırlattı;

  • Yerfıstığı hariç annenin hamile iken hiç bir diyet yapmamasını,
  • Annelerin en az 1 yıl anne sütü ile beslemeye devam etmesini,
  • Emziren annelerin, yerfıstığı, ağaç kabukluları(fındık,fıstık, ceviz, badem,kestane), süt, yumurta, soya hatta belki başka gıdaları da tüketmemesini,
  • Ek gıdaya en erken 6.ayda başlanmasını,
  • Hatta bazı riskli gıdaların çocuğa daha bile geç tanıştırılmasını, mesela inek sütü ve ürünleri 1 yaş, yumurta 2 yaş, kabuklu yemişler ve deniz ürünleri için 3 yaş gibi…

Ancak 2000 yılından bu yana yapılan araştırmaların, bu önerilerin işe yaramadığını gösterdiğini ve o yüzden zaman içerisinde kısmen değiştiğini ifade etti.

  • Halen hamile annelerin yerfıstığı tüketmemesini,
  • Annenin “en az” 4 ay boyunca bebeğini emzirmesini,
  • Anne sütünün yetmediği durumlarda risk taşıyan bebeğin inek sütü veya soya bazlı formüla ile beslenmemesi gerektiğini, gerekirse yarı veya tam hidrolize formülaların tercih edilmesini, bunlara da tepki oluşursa aminoasit formülaların kullanılmasını,
  • Ek gıdaya 4-6 ay arası başlansa dahi genel alerjenlerin ilk sırada tercih edilmemesini,
  • Risk taşıyan bebeklere inek sütü ve ürünlerinin 1 yaş öncesi tanıştırılmamasını, yumurta ve diğer alerjen gıdaların çocuğun durumuna göre daha önce verilebileceğini öneriyoruz dedi.

Ek gıdaya geçişin yine besin alerjisi riski taşıyan bebeklerde çok dikkatli yapılması gerektiğini, bu konuda üç önemli kriterin bulunduğunu ifade etti;

  • Bebeğe denenecek ek gıdanın genel alerjenlerden başlanması yerine daha masum olan pirinç, yulaf, patates, havuç, kabak ve yeşil sebzelerle ve elma, armut, muz gibi meyveler ile başlanması gerektiğini,
  • Denemelerin çok yavaş, her zaman tek bir gıda üst üste en az 3-5 gün olacak şekilde yapılması gerektiğini,
  • Deneme esnasında çocuktaki tüm tepkilerin çok dikkatli gözlemlenmesi gerektiğini vurguladı.

Alerji testlerinin deri ve kan testi olarak iki çeşit olduğunu, bunlar için herhangi bir yaş sınırı olmasa da ikisinin de çok güvenilir sonuçlar veremeyebileceğini, bu yüzden çocuğun hikayesinin teşhis için kritik olduğunu, bunun da ailenin gözlemine dayandığını hatırlattı.

Sonuç olarak bu alanda daha çok araştırma yapmalıyız ama biliyoruz ki bu yıllar sürecek ama rahatlıkla ifade edebiliriz ki “Çocuğunuzun besin alerjisi taşıması sizin suçunuz değil!” diye ekledi.

Soru cevap kısmında ise biz annelerin de sürekli kafasına takılan benzer sorular vardı;

  • İlk çocuğumda besin alerjisi var, şu an ikinciye hamileyim. İkincisinde de olmaması için ne yapmalıyım diye soran anneye, en az ilk 4 ay mümkünse daha da fazla anne sütü ile beslemek ve 1 yıl inek sütü ürünlerini denememek diye yanıtladı. Hamile iken yediklerinizin etki ettiğini söyleyemeyiz dedi.
  • 1 yaşındaki oğlumda fındık alerjisi var, geçer mi diye soran anneye ağaç kabukluları alerjinin %20’si geçer. Çocuğa her yıl test yapıp takip edilmelidir dedi.
  • 14 aylık bebeğimin süt, yumurta ve yulaf alerjisi var, diğer besinleri denemeye korkuyorum diyen anneye, besinleri yavaşça ve kurala uyarak denemelisiniz, belirli periyotlarda alerji testlerinde daha fazla gıdayı test ettirebilirsiniz dedi.
  • Alerjinin oluşmasında annenin hamileyken yediklerinin veya genetik ve çevresel faktörlerin ne kadar etkisi var diye soran anneye, hamileyken yenilenlerin etkisi var diyemeyiz ama genetik faktörlerin çevresel faktörlerden daha etkili olduğunu biliyoruz, çevresel faktörler genelde tetikleyici oluyor diye yanıt verdi.
  • İlk çocuğumda besin alerjisi var, şu an ikincisini emziriyorum, emzirirken neler yemeliyim diye soran anneye, bazı bebekler annenin sütünden geçen besin proteinlerine tepki verirler, o zaman anneye de diyet yapması önerilir dedi.
  •  İnek sütü alerjisi ne zaman geçer diye soran anneye, en erken 1 yaş ama çoğunlukla 2 yaşında geçer diye yanıt verdi.
  • Eşimde ve bende alerji olmamasına rağmen annemde alerji var, kuşak atlayarak bebeğimde çıkmış olabilir mi diye soran anneye, mutlaka sizlerde de genetik yatkınlık vardır ancak tepkiler belki çok çok hafif olduğu için gözünüze çarpmamıştır dedi.
  • Etrafımdakilerden hamileyken düzgün beslenmediğin için çocuğun böyle doğdu diye tepkiler alıyorum, bu doğru mu diye soran anneye, kesinlikle doğru değil, hiç kimsenin bunun sizin suçunuzmuş gibi hissettirmesine izin vermeyin diye uyardı.
  • Alerji testleri en erken ne zaman yapılabilir diye soran anneye, yaş sınırı olmadığını ama testlerin de çok güvenilir olmayabileceğini, ancak solunum yolu alerjileri için bebeğin en az 3 mevsimi yaşamış olması gerektiğini, yine toz, ev akarı, hayvan tüyü gibi testler için en erken 1 yaşı öneriyoruz dedi.
  • Benim sorduğum Eozinofilik Özofajit hakkındaki soruya ise, besin alerjisi hakkında tıp dünyası henüz çok az şey biliyor ama EÖ hakkında daha da az şey biliyor. Ama size genetik olduğunu söyleyebilirim dedi.

Bu çok faydalı webinardan ben de kendimce şu sonuçları çıkardım;

  • Ülke olarak belki teşhiste sorun yaşıyoruz ama Alerji ile Yaşam Platformu‘nda artık ailelerimiz o kadar bilinçlenmiş ki dünyanın medeniyet ülkesi olarak gösterilen Amerika’dan çok da geride olmadığımızı görmek beni çok mutlu etti.
  • Alerji ile ilgili henüz tıp dünyasının dahi bilmediği çok şey var. İster istemez insanoğlunun mükemmel mekanizmasının halen modern tıptan çok ileride olduğunu kabul etmek zorundayız. Bunu webinarın sonundaki değerlendirme anketine de yazdım.
  • Hiç bir annenin çocuğu alerjik doğduğu için kendisini suçlamaması gerekir, genetik yatkınlığın büyük rol oynadığı bu hastalıkta çevresel faktörler tetikleyicidir ve geçmişe dönebilsek bile bu faktörleri fiziksel olarak ortadan kaldıramayabiliriz. Asıl mesele nasıl olduğu değil, nasıl geçeceğidir! Lütfen buna odaklanalım…

image

GAPS Konferansı’ndan İzlenimler

image

18 Ekim 2014 tarihinde İTÜ Ayazağa Kampüsü’nde gerçekleşen Türkiye 1.GAPS Konferansı’nda edindiğim bilgileri ve bir çok hastalık için önerilen bu doğal tedavi yöntemi hakkındaki izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istedim.

Öncelikle henüz duymamış olanlar için GAPS nedir, GAPS tedavisi ne işe yarar açıklamak gerekir diye düşünüyorum. GAPS, İngilizce “Gut and Psychology Syndrome” kelimelerinin kısaltılması olup dilimizde karşılığı Bağırsak ve Psikoloji Sendromu’dur. Bu tezi ortaya atan Nöroloji ve Beslenme Doktoru Rus asıllı Natasha Campbell-McBride, kendi oğluna 3 yaşındayken Otizm teşhisi koyulması üzerine bir hekim olarak ilaç dışında alternatif tedavi yöntemleri arayışı içerisine girmiştir. GAPS diyeti adını verdiği bu doğal beslenme yöntemi ile oğlunda olumlu ilerlemeler kaydeden McBride’e göre çoğu psikolojik hastalık bozuk bağırsak florasından kaynaklanmakta; fırsatçı bakteriler, mantar ve mayalar bağırsak duvarının yanlış beslenme ve ilaç kullanımı ile geçirgen hale gelmesi üzerine kontrolsüz bir şekilde kana karışmakta ve beyne saldırmaktadır.

image

image

GAPS Beslenme Protokolü adı verilen bu diyette hasta öncelikle bağırsak duvarındaki hasarı onarmak için düşük ısıda uzun süre kaynatılarak hazırlanan et/kemik suyu ile lif oranı düşük sebze/meyveler içeren bir diyetle bağırsak florasını düzeltecek ve daha sonra belirli bir sıra ile izin verilen gıdaları (çiğ yumurta sarısı, fermente süt ürünleri gibi) tek tek deneyerek diyetine ekleyecektir. Hazır gıdaları ve modern hayatın bize kazandırdığı tüm kimyasalları hayatımızdan tamamen çıkarmaya teşvik eden, organik ve geleneksel beslenme şeklini hayatımıza geri kazandırmaya çalışan bu diyet aslında biz Türkler’e çok da uzak değil. Keza Orta Asya Türkleri de göçebe bir hayat yaşadıkları için tarımcılıktan uzak, ağırlıklı olarak et ve fermente süt ürünleri içeren bir beslenme şekline sahipti. Eski Türkler at eti yer, kımız denen at sütü içer, kefir ve yoğurt yerdi. Sebze, meyve, tuz, şeker ve tahıllardan uzak bir beslenme şekline sahip Eski Türklerin çok uzun ve sağlıklı bir ömür sürdürdükleri bilinmekteydi. Rusya’da doğup büyüyen McBride da bu beslenme şeklini duymuş ve GAPS diyetini oluştururken esinlenmiş olmalıydı. Nitekim konferansta sık sık bu diyetin biz Türk beslenme şekline çok da uzak olmadığını vurguladı. McBride’in dediği gibi dünyada en sağlıksız beslenen toplum en Batı’da yaşayan Amerikalılar ve en sağlıklı beslenen toplum ise en Doğu’da yaşayan Asyalılar. Batı’nın sağlıksız beslenme şekli Doğu’ya doğru bir salgın gibi yayıldığı müddetçe her geçen gün daha da sağlıksız nesiller ortaya çıkacak. McBride, 2004 yılında GAPS Beslenme Protokolünü anlatan kitabını piyasaya çıkararak bu alternatif tedavi yönetiminin dünyaya yayılmasını ve modern hayatın bize sunduğu sağlıksız beslenme ile beraber ortaya çıkan çağımız hastalıklarına çare olmayı hedeflemekte…

image

image
Kitabın 2014 yılında Türkçe’ye çevrilmesini ve konferans için Dr.Natasha Campbell-McBride’in Türkiye’ye gelmesini organize eden Gonca Zeybek de bu kitap ile kızlarının psikolojik rahatsızlıklarında düzelme kaydeden bir anne. Konferansın son anda İTÜ Maçka binasından Ayazağa kampüsüne taşınması nedeniyle organizasyonda bazı aksaklık yaşanmasına karşın ailecek tüm davetlilere ellerinden geldiğince yardımcı olmaya çalıştılar. Konferansa özellikle Otistik çocuk sahibi aileler, çeşitli dernekler, doktorlar, homeopatlar ve diyetisyenler de katıldı. Kitabın ana fikrini ve diyeti uygularken dikkat edilmesi gerekenleri anlatan McBride, konferans sonrası tüm katılımcıların sorularını da büyük bir sabırla yanıtladı.

Benim şansım konferansın başlamasını beklerken kendisinin gelip yanıma oturması oldu, nitekim salonun tam kapı girişinde oturuyordum ki dönüp yanımda kendisini görünce şaşırdım. Hemen alerjik çocuk aileleri olarak sorunlarımızdan, diyeti uygulamak konusundaki çekincelerimizden bahsettim. Kendisi de besin alerjisinin ciddi bir rahatsızlık olduğunu, bunun apayrı değerlendirilmesi gerektiğini, konferans esnasında kendisine yönelttiğim soruları cevaplayacağını belirtti. Konuşması esnasında da bazı çocukların yaşadıkları alerjik rahatsızlıkların annenin ve hatta babanın bozuk bağırsak florasından kaynaklanabileceğini, bu tip bebeklerde anne sütünün 4.ayda kesilip formül süt takviyesi de yapılmaksızın ek gıdaya geçirilmesini veya “süt anne” desteği alınmasını tavsiye etti. Bunun yanı sıra benim bazı çocukların hayvansal proteinlere anafilaksi seviyesinde tepki verdiklerini ve bu yüzden giriş diyetini bile uygulayamadıklarını söylememe rağmen, diyete tercihen dana kemik suyu ile başlanması gerektiğini, bu tip alerjili çocuklara bağırsak florası düzelene kadar da meyve-sebze dahi verilmemesi gerektiğini dile getirdi. Özellikle yapraklı sebzelerin bağırsak florası düzelene kadar beslenmeden tamamen çıkarılmasını tavsiye etti. Açıkcası bu hiç de beklediğim bir cevap değildi. Çünkü anne sütünü erkenden kesen bir diyet tarzının şahsen benim nezdimde hiç bir yararı olamazdı, çünkü anne sütü bebeğe “olası” kötü bakterilerin yanı sıra iyi bakterileri ve hatta bağışıklığın güçlenmesi için gereken immunoglobulin antikorlarını da geçirmekteydi. Hepimizin bildiği gibi anne sütünü eşsiz yapan da bu özellikleriydi. Hatta bu öneriyi çok tuhaf bulan başka bir anne soru-cevap kısmında, tekrar bu konuya değinerek “Anne sütünü 4.ayda kesip bebeğe formül süt de vermezsek nasıl besleyeceğiz, diyetinizdeki kemik suları çok ağır gelmez mi?” diye sordu. Bunun üzerine kendisi “Nispeten sağlıklı olduğunu düşündüğünüz emziren annelerden bebeğinizin süt annesi olmasını rica edebilirsiniz.” diye yanıt verdi. Bu ikinci cevap beni daha da çok şaşırttı. Çünkü biz kendi bağırsak floramızdan şüphe ediyorken başka bir kadının sadece dışarıdan bakarak bağırsak florasının düzgün olduğunu nasıl varsayabilirdik! Kaldı ki bu emziren annenin sütü hem kendi bebeğine hem bizim bebeğimize nasıl yetecekti? Ayrıca anne sütünün en önemli özelliği her annenin bebeğine özel üretiliyor olması ve her ay bebeğin ihtiyaçlarına göre besin değerlerinin değişiyor olmasıydı. Bu yüzden başka bir annenin sütü, bebeğin kendi öz annesinin sütünün yerini tutabilir miydi? Diyelim ki süt anne bulamadık ve ek gıdaya geçmeye karar verdik, giriş diyetindeki kemik suları hiç anne sütünün yerini alabilir miydi? Bu konu kafamı kurcalarken McBride, beni ve alerjik çocuk annelerini şaşırtan bir açıklama daha yaptı: “Test yaptırıp alerjiniz olan gıdaları diyetinizden çıkarmayın, direk GAPS Beslenme protokolünü uygulayın. Bağırsak florası düzelene kadar tüm sebze ve meyveleri kesin, hayvansal protein ve yağ ağırlıklı GAPS giriş diyeti uygulayın. Bağırsak florasının düzelmesi yaklaşık 2-3 ay ile 1 yıl arası bir süre alır. Bu aşamadan sonra ilk olarak iyi pişmiş kabak ile GAPS giriş diyetine devam edin, vücut tolere edemezse kesip bekleyin ve tekrar deneyin. Bu şekilde giriş diyetini hiç sebze yemeden 3 yıldır uygulayan hastalarım var.” dedi. Şimdi bu noktada benim kafam iyice karıştı, nitekim bu diyet ile amacımız zaten vücutta oluşan enflamasyonu sonlandırmak ve bağırsak hasarını tamir edip florayı düzenlemek. Öte yandan biliyoruz ki alerjik çocuklar en çok hayvansal proteinlere reaksiyon gösteriyor. Önerdiği gibi çocuğa her saat başı bir bardak kemik suyu içerecek olursak ben şahsen oğlumun daha 3.günde kanama yaşayacağını geçmiş tecrübelerimden biliyorum. Bu proteinler sindirim sisteminde açtıkları yaralar nedeni ile de enflamasyona neden olmakta, yani bizim amacımız enflamasyonu engellemekken bunun başlatıcısı olan hayvansal proteinleri tüketip vücudun tepki vermemesini nasıl bekleriz? Besin alerjisi, genellikle besinlerin içindeki proteinlerin yabancı bir madde gibi algılanıp immün sistemin savaş başlatması ve oluşturduğu antikorlarla bu proteinlere hücum etmesidir. Tabi bu proteinleri öldürmek için salgılanan antikorlar ortada öldürecek bir düşman olmadığı için vücudun kendi protein dokusuna yönelir ve kendisine zarar vermeye başlar. Biz bunu dışarıdan baktığımızda kızarıklık, kaşıntı, ürtiker, egzema, ödem, mukuslu veya kanlı dışkı olarak gözlemleriz. Bu savaşta yenik düşen aslında vücudun kendisi olur ve antikorların saldırdığı bölgede enflamasyon oluşur. Bunun geçmesi için de alerjenin kesilip immün sistemin tamamen sakinleşmesini beklemek gerekir. Eğer alerjinin çalışma mekanizması bu ise biz onun tepki vereceğini bildiğimiz besinleri vererek nasıl düzelme sağlayabiliriz? Öte yandan kitaptaki hassasiyet testi bizim gibi deride tepki vermeyen çocuklar için hiç bir anlam ifade etmiyor. Oğlum yama testinde sırtında üç gün inek sütü ile gezip kızarmamasına rağmen direk tükettiğinde ağır kanama geçirmişti. Dolayısı ile bir besini deriye sürmek ile sindirim sistemine sokmak arasında çok fark olduğunu biliyoruz. Artık çoğu alerji doktoru da dış deri daha sert ve koruyucu olduğu için bu tarz denemelerin mukoza denen iç deri üzerinde yapılmasını öneriyor, mesela dudak içi gibi… Öte yandan diyetin önemli bir temel taşı sadeyağ ve çiğ yumurta sarısı. Tereyağının fırınlanması ile elde edilen sadeyağ süt proteininden tamamen arınmış olabilir mi? Keza kitapta da sadeyağı tolere edemeyen bir kişinin diğer süt ürünlerini hiç tolere edemeyeceği belirtiliyor. Peki ya çiğ yumurta sarısı alerjik bir çocuk tarafından tolere edilebilir mi? Keza besinlerin pişirilerek daha az alerjen hale geldiğini hepimiz biliyoruz. Öte yandan çiğ yumurta nedeni ile Salmonella kaparsak ishal nedeni ile yine bağırsak florası bozulmuş olacak ve diyette yine yol katedemeyeceğiz. Diyelim ki diyeti uygulamaya karar verdik ve giriş diyetini bu aşamaya kadar sorunsuz takip ettik, “Süt Ürünlerine Başlama Planı” yine süt alerjisinin temel kurallarına aykırı olarak tasarlanmış, sadeyağ dokunmazsa sıra ile tereyağ, yoğurt, kefir ve en son peynir denenmesi önerilmekte. Oysa mayalanma şekli gereği en az alerjen süt ürünü peynirdir ve vücuda ilk bu şekli ile tanıtılması önerilir. Yine kitabın 4.bölümünde bulunan bebek diyeti de balık, kereviz, balkabağı, hindistan cevizi yağı gibi alerjen gıda önerilerine sahip ve çoklu besin alerjisi olan bir bebek için oldukça tehlikeli.

Konferans bir yandan devam ederken ben hala kafamda bu sorulara cevap bulmaya çalışıyordum ki McBride aslında çok güzel bir şey söyledi; Ben bu diyeti oğlumun otizmini yenmek için tasarladım ve yendim. Bir çok psikolojik rahatsızlığın da aynı şekilde yenilebileceğini fark ettim. Ancak fizyolojik hastalıklar için şu anda başka bir kitap yazıyorum. “Bağırsak ve Fizyoloji Sendromu” isimli bu kitapta psikolojik rahatsızlıklar dışındaki hastalıkların nasıl bir diyetle çözümlenebileceğini anlatacağım diye açıklama yaptı. Aslında haklıydı, bu diyet çok faydalı besinler içeriyor ve bağırsak duvarının onarılmasını sağlayıp florayı dengeliyordu. Ancak ciddi besin alerjisi olan kişiler için tasarlanmamıştı. Diyetteki alternatif gıdalar tüketilemediği müddetçe çocuğun yetersiz beslenme nedeni ile başka rahatsızlıklar geçirme ihtimali vardı. Bu açıdan bakıldığında kafamdaki sorular biraz olsun netleşmiş oldu.

Bu bilgiler ışığında, GAPS diyetini uygulamayı düşünen alerjik çocuk sahibi ailelere önce kitabı baştan sona okumalarını, ilaç kullanan hastaların ilacı bırakmadan ve diyete başlamadan önce mutlaka doktorlarından onay almalarını, diyetteki alternatif gıdaları tüketemeyen, durumu kritik çocuklar için mutlaka kendi takiplerini yapan doktora ve GAPS sertifikalı danışman doktorlara danışmasını tavsiye ederim. Keza bu kitabı ilk kez okuduğumda, geçmiş tecrübelerimden de yola çıkarak detaylı bir araştırma yapmıştım. Dr.McBride hakkında yapılan olumlu ve olumsuz bir çok yoruma denk geldim. Diyeti uygulayıp çok iyi sonuçlar alan ailelerin yanı sıra durumu ciddileşen hastaların da olduğunu, diyeti daha giriş aşamasında bırakmak zorunda kalan ailelerin yaşadıklarını, hatta Dr.McBride’ın kendi kızkardeşinin bu diyeti uygularken kolon kanserine yakalanıp durumunun kötüleşmesine rağmen bunun diyetin yan etkisi zannedilip teşhisinin gecikmesi ile hayatını kaybettiğini konferans öncesi de biliyordum. Ancak duyduğum her yönteme önce objektif yaklaşmak ve uygulamaya geçmeden önce detaylı bir araştırma yapmak kararını iki yıl önce yaşadığımız acı deneyimde almıştım. O yüzden çoğu kaynakta bahsedildiği gibi kendisinin bir sahtekar olduğuna inanmak istemiyordum. Keza konferans sonrası da onun sadece oğluna çare arayan ve sonunda bir çıkış yolu bulan bir anne olduğuna kanaat getirdim. Eğer sizler de konu hakkında detaylı bilgi edinmek isterseniz internette “gaps quackery” şeklinde arama yapmanızı öneririm. Keza diyet ile ilgili benim bu yazıya sığdıramayacağım birçok bilimsel görüşe de bu şekilde ulaşabilirsiniz.

Ayrıca diyeti uygulamadan önce, alerjik çocuk ailelerinin Dr.McBride’ın konferansta önemle belirttiği şu noktaları da dikkate almasını tavsiye ederim.

– Alerjik çocuklar GAPS diyetine mutlaka giriş diyeti ile başlamalıdır. Bu diyet hastanın bağırsak florası düzelene kadar yaklaşık 2 ay ile 1 yıl kadar bir süre sürer. Keza konferansta da Gonca Hanım’ın kızı 1 yıldır giriş diyetinde olduğunu henüz Tam GAPS diyetine geçemediğini belirtti. McBride bu dönemin çok büyük sabırla aşılması gerektiğini önemle vurguladı.
– Tam GAPS diyetinin ise en az 2 yıl sürdürülmesi gerektiğini, erken kesilmesi durumunda en başa dönülme riski olduğunu belirtti.
– Tam GAPS diyeti esnasında kişi hastalanır ve ilaç kullanmak zorunda kalırsa floranın tekrar bozulacağını bu yüzden giriş diyetine geri dönülmesi gerektiğini ekledi. Diyetin toplamda ne kadar süreceğini soran katılımcılara mucize beklemeyin, çok sabırla ilerlemeniz lazım, bazı hastalarım diyeti 3 yıldır uyguluyor dedi.
– Diyetteki tek bir kaçağın bile mesela 1 dilim ekmek, hastayı 2 ay geriye götüreceğini önemle belirtti.
– Kronik kabızlık sorunu yaşayanlar için giriş diyeti durumu daha da kötü yapabilir, bu hastalara daha lifli bir menü belirlemek gerekir diye ekledi.
– Diyeti evde yaşayan tüm kişilerin uygulaması gerektiğini, sağlıklı olan aile bireylerinin bile diyete tabi tutulması getektiğini, aksi takdirde düzelme görülen hastanın diğer aile bireylerinden tekrar zararlı bakterileri kapabileceğini dile getirdi.
– Kandida mantarına sahip kişilerde çok dikkatli ve yavaş ilerlenmesi gerektiğini, aksi takdirde kandida mantarı ölürken kana karışan toksinin vücudu zehirleyebileceğini ifade etti.
– Maya sendromuna sahip kişilere endoskopi ve biyopsi yapılıp mayanın cinsine göre antibiyotik tedavisi yapılması gerektiğini, mayadan kurtulduktan sonra diyete başlanırsa sonuç alınabileceğini ekledi.
– Bağırsağın bakterilerden arınması döneminde kendi hastalarına vitamin, balık yağı, omega 3, mineral, aminoasit, D vitamini, probiyotik hatta sindirim enzimleri desteği verdiğini de belirtti.
– Soya ve soya ürünleri tüketmenin tehlikeli olduğunu, tercih edilmemesi gerektiğini de ekledi.
– Diyette tüketilen besinlerin mutlaka organik olması gerektiğini, hayvanların organik dahi olsa yemle değil, otla besleniyor olması gerektiğini, yumurtaları kullanılacak tavuğun mutlaka güneş altında serbest dolaşarak D vitamini alması ve yemle değil solucanla beslenmesi gerektiğini aksi takdirde bu gıdalardan arzu edilen iyileştirici etkinin elde edilemeyeceğini ifade etti.
– GAPS’in sadece bir diyet değil, bir yaşam tarzı olduğunun altını çizdi. Diyet süresince ve mümkünse ömür boyu tüm kimyasalların evden uzak tutulmasını tavsiye etti. Yani evde yerlerin sabunlu su ile temizlenmesini, bulaşıkların makinada değil, elde sabunlu su ile yıkanmasını, eve yeni mobilya, perde alınmamasını, boya-badana yapılmamasını, parfüm, deodorant, makyaj malzemeleri, oje, şampuan, traş köpüğü, diş macunu, nemlendirici kremlerin kullanılmaması gerektiğini, aksi takdirde diyetten tam sonuç alınamayacağını açıkladı. Saçlarınızı yumurta sarısı ile yıkayabilir, krem ve diş macunu yerine zeytinyağ kullanabilirsiniz dedi.
– Homeopati, biorezonans gibi alternatif tıp yöntemlerinden yararlanabilirsiniz. Ancak biorezonansta kan alınarak yapılan testlere güvenmeyin, frekans hastaya ve gıdaya birebir uygulanıyorsa idealdir dedi. (Lütfen bu alternatif tıp yöntemlerini uygulamadan önce de çok yönlü bir araştırma yapınız ve doktorunuzdan onay alınız.)
– Bağırsağı zararlı bakterilerden arındırmak için lavman uygulanabilir ancak lavmana taze organik kahve veya probiyotik eklenmelidir dedi. (Lütfen bunu evde kendiniz uygulamaya kalkmayınız!)
– Spesifik IgG değerlerini ölçerek çeşitli gıdalara alerjiniz veya intoleransınız olduğunu söyleyen testlere güvenmeyin, paranızı bu testler yerine organik gıdalara harcayın diye uyardı. Hastanelerde yapılan spesifik IgE testlerinin sonuçları pozitifse güvenilebileceğini de ekledi.

image

image

image

image

Bana uzun zamandır yöneltilen soruyu da buradan tekrar yanıtlamış olayım. Ben GAPS diyeti birebir uygulamayı düşünmüyorum. Keza uzun yıllardır takibimizi yapan doktorumuz Prof.Dr.Fügen Çullu Çokuğraş’ın da fikirleri bu diyetin alerjik çocuklar için büyük riskler taşıdığıdır. Kendisinin izni ile bu yazıda onun görüşlerine de yer vermek istedim. Keza tıp bilimi uzmanlıklara ayrılır ve sindirim sisteminin çalışması konusundaki yegane uzmanlar gastroenterologlardır. Çocuklarımızın sağlığı için izleyeceğimiz yöntemlerin temeli her zaman bilime ve denek grupları üzerinden elde edilen somut verilere dayanmalıdır. Öte yandan, hem kitaptan hem de konferanstan edindiğim bazı faydalı bilgileri sağlığımıza zarar vermeyeceğinden dolayı hayatımıza ekleyebileceğimize de inanmaktayım.

– Düşük karbonhidratlı bir beslenme şeklini benimsemek, mayalı, şekerli gıdaları ve tüm paketli hazır gıdaları hayatımızdan çıkartmak
– Fasülye, nohut, pirinç, patates gibi nişastalı gıdaları tüketmeden önce tuzlu suda bekletmek
– Mümkün olduğunca organik beslenmek, yumurta seçiminde sadece organik olmasına değil, serbest dolaşan tavuktan olmasına da dikkat etmek
– Fermente gıdaları günlük beslenmemize eklemek
– Gerekli durumlarda probiyotik desteği almak (sütte fermente edilmemiş bir probiyotik)
– Meyve ve sebzeleri kabuksuz olarak tüketmek, olgun ve yumuşak meyveleri tercih etmek
– Ağır metal içeren besinlerden uzak durmak
– Eve giren kimyasalları mümkün olduğunca azaltmak
– Özellikle kış aylarında tahlil sonuçları doğrultusunda D vitamini desteği almak
– Antibiyotik ilaçları sadece gerekli durumlarda ve probiyotik desteği ile beraber kullanmak
– Düdüklü tencere kullanmak yerine besinleri çok kısık ateşte uzun süre pişirmeyi tercih etmek
– Kemik ve et suyunu günlük beslenmemize eklemek (Alerjimize uygun bir hayvanın kemiği)

image

GAPS giriş diyetine başlarken önerilen kemik suyu yaklaşık 3 saat kısık ateşte pişirilmeli, vücut tolere edip bağırsak sorunları çözüldükten sonra en az 12 saat kısık ateşte pişirilen kemik suyu kullanılmalıdır. Kasapta parçalattığınız üzeri az etli omurga veya but kemiği büyük bir tencerede kısık ateşte kaynatılmalı, kaynarken oluşan köpükler uzaklaştırılmalıdır. Elde edilen kemik suyu en sağlıklı cam kavanozlarda saklanır ancak benim derin dondurucuda çok yerim olmadığı için mecburen bu buz torbalarını tercih ettim. Kemiklerin üzerindeki et ve kemikten ayrılan ilik de rondodan geçirilerek çorbalara eklenebilir. Kemik suyu hazırlanırken mutlaka çocuğun alerjisi olmayan bir hayvan (Tavuk, hindi, dana, kuzu, balık) seçilmelidir.

Çocuklarımızın ileride daha sağlıklı bireyler olması, şu an bizim onları neyle ve nasıl beslediğimize bağlıdır. O yüzden tüm ailelerin çocuklarının beslenmesi konusunda daha dikkatli olmasını ve uygulayacakları alternatif tedavi yöntemlerinde daha temkinli davranmalarını tavsiye ederim. Ben şahsen bir tedavi yönteminin her hastada aynı sonucu veremeyeceğine ve tedavinin hastanın durumuna göre dizayn edilmesi, özelleştirilmesi gerektiğine inanmaktayım. O yüzden duyduğumuz, okuduğumuz bilgileri körü körüne uygulamadan önce bu yöntemin bize ne kadar uygun olduğunu sorgulamalıyız. Bu sorgulamayı da alerji takibimizi yapan, bizi birebir tanıyan ve tıbbi durumumuzu herkesten daha iyi bilen kendi doktorumuz ile beraber yapmamız daha uygun olacaktır.

Not: GAPS diyeti ile ilgili detaylı bilgi almak için www.gapskitap.com sitesini ziyaret edebilirsiniz.

İnek Sütü Proteininin Neden Alerji Yaptığı Bulundu!

IMG_4133

Viyana Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından yürütülen bir araştırma sonucu, inek sütü proteininin neden alerji yaptığı saptandı. İnek sütü içinde alerjiye sebep olan 25 farklı protein çeşidi var ancak en çok alerjik reaksiyona neden olan protein Beta-lactoglobulin. Lipocalin protein grubuna bağlı bu protein, demir taşımadığı zaman vücutta alerjik reaksiyona neden oluyor, demir açısından zengin olduğunda ise herhangi bir sorun teşkil etmiyor.

Franziska Roth-Walter öncülüğündeki grup tarafından yürütülen çalışmada, inek sütü içindeki demir taşımayan beta-lactoglobulin proteinin vücutta IgE antikoru üretilmesine neden olduğu ve sonuç olarak ortaya süt proteini alerjisi tepkilerinin çıktığı saptandı. Roth-Walter alerjenlerin moleküler olarak incelenmesinin alerjik reaksiyonların daha iyi anlaşılmasını sağladığını dile getirdi.

Bir sonraki aşamada bilim adamları süt proteininin demir yüklü olmasını neyin sağladığını bulmaya çalışıyorlar. Araştırma ekibindeki Erika Jensen-Jarolim, “Neden süt proteininin daha az veya daha çok demir yüklü olduğunu sorusuna cevap bulmaya çalışıyoruz. İneklerin beslenme şeklinin bunda etkisi olabileceğine inanıyoruz. Süt proteinindeki demir miktarı ineklerin organik veya geleneksel yetiştirilmesi ile bağlantılı olabilir. Bundan sonraki çalışmalarımız bu yönde ilerleyecek. Lipocalin proteini tüm memeli hayvanlarda bulunduğu için inek sütü ile ilgili yaptığımız çalışmanın diğer hayvan sütleri için de geçerli olduğunu düşünüyoruz.” şeklinde açıklama yaptı.

Bu çalışmalar aslında bizlere hızla sanayileşen toplumlar olarak genetiğini değiştirdiğimiz tüm tarım uygulamalarının vücudumuz tarafından zararlı bir bakteri gibi algılanıp bağışıklık sisteminin savaş açtığını ve sonuç olarak ortaya alerjik reaksiyonların çıktığını kanıtlıyor. Yani bağışıklık sistemimiz yediğimiz ve içtiğimiz besinlerin içindeki moleküler değişimleri bile algılayıp tepki verebilecek kapasiteye sahip. Alerjinin son yıllardaki artışının ardında yatan modern hayat ve sanayileşme devam ettiği müddetçe insanoğlunun varedildiği sistemin buna tepki vermemesi mümkün değil…

Kaynak: Signs of the Times

Doktorlar Bebeklerdeki İnek Sütü Alerjisini Teşhis Etmekte Yetersiz Kalıyor!

image13 Eylül 2014 tarihinde İngiliz Daily Mail gazetesinde yayınlanan bir makaleye göre doktorlar binlerce bebeğin inek süt alerjisini tespit edemeyip onları egzema, kusma ve kolik gibi şikayetlerle yüzüstü bırakıyor.

Allergy UK derneği tarafından yapılan açıklamaya göre, doktorlar bebeklerdeki inek sütü alerjisi belirtilerini göz ardı edip genel sağlık durumunda ciddi bir sorun olmadığına dair yanlış tanıda bulunabiliyor. Bu yanlış tanının her yıl binlerce çocuğun kusma, reflü, egzema, ağrı ve nefes darlığı gibi sıkıntılar çekmesine neden olduğu belirtiliyor.

Örnek olarak gösterilen Callum Newman isimli bebek 12 haftalıkken ciddi egzema şikayeti ile hastaneye başvuru yapmış, egzemaları o kadar ilerlemiş ki annesinin ona sarılması bile acı veriyormuş. Callum kendisi inek sütü tüketmediği için annesinin sütünden geçen inek sütü proteininin onu bu hale getirdiği anlaşılamamış. Anne Nathalie, oğlunu 4 ay boyunca tam 50 kez doktora götürüp çeşitli testler denendikten sonra nihayet inek sütü alerjisi teşhisi koyulabilmiş. Uzmanların belirttiklerine göre bir çocuğa inek sütü alerjisi teşhisi koymak için ortalama 5 ay geçiyor ve bu süre zarfında çocuğun durumu daha da kötüleşebiliyor. Ayrıca annenin sütünden geçen inek sütü proteininin alerji yapma riski ile bebeğe direkt inek sütü veya inek sütü bazlı formül mama içirmenin alerji yapma riskinin aynı olduğuna dikkat çekiliyor.

İngiltere’de doktorların inek sütü alerjisi görülme sıklığının 10.000’de bir olduğunu düşünmelerine karşın, hidrolize mama reçetesine sahip çocuklara bakıldığında bu rakamın aslında 20’de bir olduğu görülüyor.

imageGreat Ormond Hastanesi’nde görevli Gastroenterolog Dr.Neil Shah, doktorların ve gastroenterologların inek sütü alerjisini teşhis etmekte sorun yaşadıklarını ve hatta bazı doktorların böyle bir rahatsızlığın varlığını inkar ettiklerini dile getirdi. Bu nedenle teşhis koyulamayan bebekler bazen durumlarının kötüleşmesi nedeni ile acil servise bile gitmek durumunda kalabiliyor. Uzmanlar alerji teşhisinin hemen koyulamamasındaki en büyük sıkıntının aynı belirtilerin başka rahatsızlıklarda da görülebiliyor olmasından kaynaklandığını ifade ediyor.

İngiltere’de doktorların inek sütü alerjisi teşhisindeki başarısını arttırmak için çeşitli kampanyalar başlatılmış durumda. 2011 yılından bu yana Ulusal Sağlık Enstitüsü tarafından çocuk doktorları, gastroenterologlar, diyetisyenler, hemşireler ve diğer sağlık personeline yönelik bilgilendirme ve eğitim sağlanıyor. Böylece bebeklere yanlış ilaç tedavisi ve yanlış formül mama yazılmasının önüne geçilerek inek sütü alerjisinin daha erken teşhis edilmesi ve annenin hemen süt ürünleri diyetine başlatılması hedefleniyor.

Ülkemizde de benzer farkındalığın bir an önce yaratılması dileğiyle…

Kaynak: Daily Mail UK

Yeni Epinefrin Enjektörleri Piyasada!

image
Hayati risk taşıyan anafilaktik şok esnasında kişiye enjekte edilmesi gereken Epinefrin(Adrenalin) oto enjektör ülkemizde sadece Epipen markası altında temin edilmekte. Oysa şu an dünyada Epinefrin oto enjektörlerin daha yeni ve gelişmiş versiyonları satışa çıkmış durumda.

Sanofi firması tarafından üretilen ve 2012 yılında FDA’dan ruhsat alan Auvi-Q, Epipen’e oranla daha küçük, taşıması daha kolay ve kullanıcıyı sesle yönlendirerek panik anında yapması gerekenleri anlatan bir ses kaydına sahip. Ayrıca Auvi-Q ile adrenalini enjekte etmek için 5 saniye gibi kısa bir süre yeterli oluyor. Henüz sadece Amerika’da satılan Auvi-Q kolay kullanım açısından daha çok tercih ediliyor.

Öte yandan İngiliz Namtall AB ilaç firması 2013 yılında Emerade isimli ilk uzun iğneli oto enjektörü geliştirdi. Bu sayede adrenalinin daha derine nüfus ederek bir an önce kana karışıp daha hızlı etki etmesi sağlanıyor. Ayrıca diğer enjektörlerin aksine 30 ay raf ömrü olan Emerade, 3 farklı doz seçeneğine de sahip. Emerade oto enjektör şu an İngiltere, Almanya ve İsveç’te satışta bulunuyor.
image

Kullanım kolaylığı sağlayan bu gelişmiş oto enjektörlerin yakında ülkemizde de satışa sunulmasını ümit ediyoruz…

Auvi-Q hakkında detaylı bilgi için bu linki ve Emerade için de bu linki tıklayabilirsiniz.

İlik Naklinin Alerji Üzerindeki Etkisi

image
Amerika’da henüz 15 aylıkken fıstık alerjisi tespit edilen bir çocuk 4 yaşına geldiğinde lösemi teşhisi koyuldu . Kemoterapinin ardından ilik nakli gerçekleştirilerek lösemiden kurtulan ve 10 yaşına gelen çocuğun fıstık alerjisini de atlattığı tespit edildi.
Konunun uzmanı doktorlar, teorik olarak karaciğer veya ilik nakli olan bir kişinin donörünün alerjik hastalıklarını da sahiplenebileceğini, bu durumda ise donörün hiç bir alerjisi olmaması nedeni ile 10 yaşındaki çocuğun immün sisteminin tamamen sıfırlanıp önceki fıstık alerjisini kayıtlarından sildiğini açıkladılar.

Hayatı boyunca Epipen taşıyan çocuğun alerji testleri negatif çıkınca, hastanede besin yüklemesi yapıldı ve fıstığa artık hiç tepki vermediği tespit edildi. Aynı şekilde 2005 yılında İngiltere’de ilik nakli olan 12 yaşında bir çocuğun da fıstık alerjisinden kurtulduğu, 1999 yılında ise 5 yaşındaki bir çocuğun yine ilik nakli sonrası lateks alerjisinin ortadan kalktığı belirtildi.

İlik nakli çok riskli bir operasyon olması nedeni ile alerjinin tedavisinde kullanılamayacağı ancak bu tip örneklerin alerjinin daha iyi anlaşılmasına ve tedavisinin bulunmasına ışık tutabileceği aktarıldı.

Kaynak: Dailymail, İngiltere – Fox News, USA

Alerji Dostu Mekanları Seçmek için Iphone Uygulaması

image
Eğer Amerika’da yaşıyor ve iphone kullanıyorsanız, yaşadığınız bölgedeki alerji dostu restoranları seçmeniz çok kolay.

Apple store’dan ücretsiz olarak telefonunuza yükleyebileceğiniz Yodish uygulamasında kendinize bir profil tanımlıyor ve alerjiniz olan gıdaları seçiyorsunuz. Uygulama, profil bilgileriniz doğrultusunda seçeceğiniz muhitteki size uygun restoranları listeleyerek, sizden önceki ziyaretçilerin yorumlarına da erişmenize imkan sağlıyor.

Ülkemizde de benzer uygulamaların olması dileğiyle…

image

Fıstık Alerjisi için Yeni bir Tedavi Yöntemi : Yama

imageAmerika’da çok sık rastlanan fıstık alerjisi için DBV Teknolojileri isimli Fransız ilaç firmasının sponsorluğunda Cincinnati ve Massachusetts Hastanelerinde yeni bir tedavi denemesi başlatıldı. İleri derecede fıstık alerjisi olan hastalara fıstık proteini içeren yamalar yapıştırılarak deriye uzun süre nüfus etmesi ve nihayetinde vücut tarafından tolere edilmesi hedeflenmekte. Böylece, hasta yamayı takmayı bıraktığında da vücudun ağızdan alınan fıstık proteinine tepki vermesinin önüne geçilmek istenmekte.

Yöntemin başarı oranı henüz bilinmese de diğer tedavi denemeleri olan dil altı ve oral immunoterapi yani dezentizasyon (provokasyon) tekniklerine göre çok daha az yan etki taşıması bilim adamlarını umutlandırdı. Diğer yöntemlerde hastanın alerjisi olan gıdaya direkt ağız yolu ile maruz kalması nedeniyle karın ağrısı, anafilaksi gibi ciddi yan etkiler ortaya çıkmaktaydı.

Temmuz 2014 itibari ile denemelerin ilk verilerini almayı planlayan bilim adamları, bu yöntemin güvenilirliğinden emin olmak için bir kaç yıllık zaman dilimine ihtiyaç duyulduğunu da dile getirdi.

Kaynak: WTSP 10 News

Besin Yüklemeleri Tarihe Karışacak!

Besinyüklemesi
Hastane ortamında alerjen gıdaların tespiti için kullanılan Besin Yüklemeleri’nin yerine Avustralya John Hunter Çocuk Hastanesi tarafından alternatif bir test yöntemi geliştirildi.İlk deneme fıstık alerjisi için başarılı sonuç verdi. Alerjili kişinin geliştirilen alete nefesini üflemesi ile çalışan sistemde nefesteki nikrik oksit miktarı ölçülerek alerji düzeyi belirlendi. İlk deneyi yapan 14 yaşındaki Nicolas, daha önce hastanede yapılan besin yüklemesinde bir çay kaşığından bile az fıstık ezmesi yemesine karşın ciddi bir anafilaksi geçirmişti. Nicolas, bu yöntemin çok daha kolay ve acısız olduğunu dile getirdi. Yöntemi geliştiren hekimler besin yüklemelerini %70 oranında azaltmayı hedeflediklerini ve bu gelişmelerin ileride alerjinin tedavisinin bulunmasında da ışık tutacağını dile getirdiler.

Ülkemizde ne zaman kullanılmaya başlanır bilinmez ama dünyadaki gelişmeler umut verici…

Kaynak : The Herald